19 Mart 2013 Salı

ÖLÜM DAMLASI

                   Ölüm Damlası

    Bir damla yağmur düşer toprağa
    Ardından bir damla daha
    Çiseleyen yağmur, yavaş yavaş ıslatmaya başlar toprağı
    Topraksa kavrulan bedenini serinlemeye bırakmıştır
    Damlalar çoğaldıkça serinlik de artar
    Sağanak bir yağış başlar ardından
    Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur,
    Toprağın yarılmasına sebep olur, toprak çatladıkça çatlar
    Suyun yokluğu da çatlatır toprağı, varlığı da
    Peki birazcık serinlik için paramparça olmaya değer mi?
    Toprak suyu tadabilmek uğruna kabullenmiş midir ölümü?
    Ve su, her zaman ölümü müdür toprağın?
    Toprak su varken de ölür, yokken de
    Peki hangisini seçer?
    Görmeyerek yavaşça ölmek mi, görerek hızlıca can vermek mi?
    Sonunda ölüm olsa da sona nasıl geldiği mi önemlidir insanın?
    Yolun ne önemi vardı varacağın yer aynıysa?
    Varılacak yeri o yer yapan gidilen yol mu oluyordu yoksa?
    Sen, sevgili yağmur damlası
    Bunu okuyorsan eğer ben ya kavrulmuşum ya da boğulmuşum
    Sen, nedenisin ölü ruhların
    Ve ben, ölüyorum her türlü
    Ya boğ beni ya da kavur
    Ama ne yaparsan yap unutma
    Ölmek değil en ağırı,
    Unutulmak var ya işte o ezer ruhu..
    Ölüyorum
    Unutma, sevgili nedeni yok oluşumun
    Son nefesin yakıcılığı mı boğazımdaki sızı?
    Ölüyorum, minik su damlası
    Yaşam ve ölüm senken
    Neden hep ölüm çıktı kurrada?
    Pusulanın gösterdiği son yöndü varlığın
    Ve ben, kayboldum.

Tuğçe AKDEMİR
18.03.2013

14 Mart 2013 Perşembe

Vakti Gelmiş Gözleri Sonsuzluğa Kapamanın

Yenilen bir ekmekten arda kalan kırıntılar gibi gençliğimiz.
Kimin midesinde hayallerimiz?
Ve biz, ne zaman vazgeçtik biz olmaktan?
Neydi bizi kurtlar sofrasına iten?
Hangi yolu denersek deneyelim, bizim için her yol çıkmaz sokak.
Taşlarını sayarak yürüdüğümüz kaldırımlar,
Ne zamandan beri yoklar?
Ya da biz ne zamandır sapmaz olduk o eski yollara?
Ya eski dostlar, pusula onları da mı göstermiyor artık?
Vakit hayli geç olmuş, gençliği solumayan ruhlar için.
Öyleyse, vakti gelmiş gözleri sonsuzluğa kapamanın.


Tuğçe AKDEMİR
08.03.2013
Tekirdağ

8 Mart 2013 Cuma

Gözlerdeki Işıktadır Gerçek

     Gözlerdeki ışık ele verir, beynin labirent misali hatlarının derinliğini. Bir insanın gözlerine baktığınızda görürsünüz, yüreğinin temizliğini ya da kirini. Siz baktıkça anlatmaya devam eder gözler, ta ki ayrıntılarda gizlenen tüm gerçekleri gün yüzüne çıkarana dek. Bu yüzden midir, insanların gözlerini kaçırması? Atalarımız ne kadar doğru söylemiş meğer, gözler kalbin aynasıymış gerçekten.

Tuğçe AKDEMİR
07.10.2012
Tekirdağ

Yazılarımdan Alıntılar

Yazılarımdan Alıntılar

Tren rayları arasında beklemekti yaşam, ve zamansa ne taraftan geleceği belli olmayan bir trendi.Ya görecektik ya da ezilip gidecektik...
...
Güneş ışığı gelmediğinde mi soğurdu kaldırımlar, yoksa bir çift ayak değmediğinde mi? Yalnızlıktan mıydı ısının yokluğu?
...
Uçmak istediğimizde mi kanatlarımız çıkar yoksa uçtuğumuzda mı farkederiz kanatlarımızın varlığını?
...
" Doğarken yalnızsınızdır ve ölürken yine yalnız ölürsünüz. Doğarken yalnızlığın soğuk nefesi midir sizi ağlatan, yine aynı soğuk nefes mi soğutur ölürken bedeninizi?... " 

Tuğçe AKDEMİR
farklı zamanlar, farklı mekanlar

7 Mart 2013 Perşembe

Karanlığın Nabız Sesleri

                          Karanlığın Nabız Sesleri

    Her insan güneşin göz alıcı ışığıyla uyanır ve yine her insan gecenin karanlığa teslimiyetiyle uykuya dalar. Bazen geceyi aydınlatmak, bazense günü loşlaştırmak gerekir. Siz hiç geceyi aydınlattınız mı? Geceyi aydınlatmak dünya üzerindeki en ağır iştir.
     Hani bazen garip sesler duyar ve gece lambasını açarsınız. Korkarsınız çünkü karanlık yutucudur. Sonra ışığın varlığı size bu seslerin yan komşunun ayak sesleri olduğunu fısıldar. Ve siz de rahatça karanlık uykunuza geri dönersiniz.Ara sıra gerçekleri arama yoluna düşen yüreğiniz için siyaha beyaz tonlar katın. Tıpkı Bob Marley'nin dediği gibi "Karanlığa ışık tutun."
     Siyah ve beyaz birbirine zıt kavramları temsil eder çoğu zaman. Peki birbirlerine bağımlı kavramlar olmadıkları ne malum! Siyaha beyaz eklenmeden siyahı, beyaza siyah eklenmeden beyazı farkedebilir misiniz? Kelebekler ışığa giderler. çünkü içinde bulundukları karanlığı ancak ışıkla farkederler. Bu biraz da bilinmeyenden kaçma gibidir. Karanlık, üzerine çalışma yapılamayan ve bilinmeyen bir konudur. İnsanlar da doğal olarak doğru bilinenlerin yanlış çıkmasından korkarak karanlığa adım atmazlar.
     Bilinen gerçeklerin yanlışlığının ortaya konulduğu ve yeni bilgilerin açığa çıktığı döneme "Aydınlanma Dönemi" denilmiştir. Bunun nedeni ışığa yönelmek miydi, yoksa karanlığa ışık tutmak mı? Işığı ele almak mı, yoksa karanlığa adım atmak mı? Eğer ışığa ve bilinene gitmek olsaydı, şuan dünya bir öküzün boynuzunda dönüyor olurdu.
     Karanlık korkuların değil, bilinmeyenlerin nabız seslerinden oluşan bir orkestradır. Müziğe kulak verin. Mutlaka sahne aydınlanacak ve müzik doruğa varacak. Yeter ki siz karanlığa ışık tutma hevesinde olun.

Tuğçe AKDEMİR
29.11.2010
İstinye, İstanbul